29 Aralık 2009 Salı

Gülay Göktürk - Gidebileceğiniz başka bir yer var mı?

...

Türkiye'de şimdiye kadar basın tarafından deşifre edilmeyen hiçbir "derin" faaliyet, savcıların
gündemine gelemedi. Tersten söylersek, savcıların paçaları ancak basın olayın ipliğini pazara
çıkardıktan sonra tutuştu. Bunun sayısız örneği var.

Ama biz sadece son yıllarda yaşadığımız birkaç örneğe bakalım. Nokta Dergisi'ne yollanan Darbe Günlükleri'nin Nokta'ya gelene kadar devletin bütün üst katlarını dolaştığını; neredeyse herkes tarafından bilindiğini ama Nokta'da yayınlanana kadar kimsenin gıkını çıkarmadığını biliyoruz. Yine, bugün önümüzde olan Ergenekon adlı yapılaşmanın şemasının, bundan yıllar önce MİT tarafından bütün devlet yetkililerine gönderildiğini, yani bu yapının varlığını ve yediği haltları halkımız dışında bütün devletin bildiğini de öğrenmiş bulunuyoruz.

Şimdi, yıllardır bütün bu bilgilere sahip olduğu halde kıllarını kıpırdatmayanlar, olayı açığa çıkaran basını "bilgi kirliliği" yaratmakla suçluyor; "basın sussun, söz yargının" diye sözde yargının tarafsızlığını sağlamaya çalışıyor.

Eğer sizin o "bilgi kirliliği" adını koyduğunuz cesur yayınlar olmasaydı, Ergenekon denen örgütle ilgili bilgilerin ilelebet devletin gizli arşivlerinde uyuyacağını, klikler arası güç savaşlarında şantaj unsuru olarak kullanılmaktan başka işe yaramayacağını bilmiyor muyuz?

Özetle söyleyecek olursak, özellikle bizde, yürümekte olan davalarla ilgili yayın kısıtlamaları, zaten basının çabalarıyla zar zor açılmış davaları kamuoyunun gözünden ve vicdanından kaçırmak için kullanılıyor.

Kamuoyu bilgisiz ve dolayısıyla ilgisiz bir halde köşesine çekildi mi, dava önce usulünce soğutulup bir müddet sonra da sessizce "öldürülüyor."

Basının böylesi önemli davalarla ilgili yayın yapması ise davanın sağlıklı ilerlemesini engellemiyor; aksine davanın kamuoyuna mal olmasını sağlayarak hasır altı edilmesini imkânsızlaştırıyor ve bir bakıma davayı kurtarıyor. Zaten bir kısım çevrelerin Ergenekon Davası'nın aslına gösterdikleri ilgiden çok daha fazlasını "kim sızdırdı" meselesine göstermelerinin sebebi de bu.

Açıkça ortaya koyalım: Bilgi sızdıran basın olmasaydı Ergenekon Davası da olmazdı. Şimdiye kadar Savcı Zekeriya Öz'ün ve diğer bütün yürekli savcıların ayağı çoktan kaydırılmış olurdu. Hatta bir kulp takılıp meslekten de men edilmiş olurlardı.

...

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/88062-gidebileceginiz-baska-bir-yer-var-mi-makalesi.aspx

Bugün - 27 Aralık 2009

25 Kasım 2009 Çarşamba

Ergun Babahan - Hürriyet'in Gazeteciliği

...
Neleri yazmadığı kadar, neleri, nasıl yazdığı da önemli Hürriyet gazetesinin.

Kafes planında ‘’operasyon’’ diye nitelenen Hrant Dink cinayetini ısrarla üç-beş maceracı gencin eylemi diye yazdı mesela.

Hükümeti zora sokmak için planlandığı anlaşılan Danıştay baskınını irticai eylem ilan etti.
Ergenekon İddianamesi’ni ilk başta gayri ciddi göstermek için deli gibi yayın yaptı.

Mızrak çuvala sığmayınca ‘’vahim’’ insan haklarını gündeme getirdi.

Bilmeseniz Hürriyet’i Türkiye’nin insan hakları savunucusu sanırsınız.

Özkök’ün aksine biz bizim gibi düşünmeyen insanları yandaş, faşist diye nitelemiyoruz.

Bunu, elinde silah ve planlarla yakalanan, çocukları öldürmek için uygun anı bekleyenler ve onlara sahip çıkanlar için yapıyoruz.

Yeraltından çıkan silahları gömenler, masum insanlarımızı öldürmeye yönelik planlar yapanlar faşist katillerdir.

Bugüne kadar 1 Mayıs’ta Taksim’de, 16 Mart’ta Beyazıt’da nelere muktedir olduğunu gördüğümüz bu katillere sahip çıkanlar, en hafif deyimle onların yatakçısıdır.

Sen önce Sevil Atasoy’u, Ergenekon zanlısı Hurşit Tolon’un talebi üzerine neden yazar yaptığı, yazarlığa başlattığın hafta köşeni ona ayırdığını, sayfa sayfa tanıtım yaptığını, gerçek ortaya çıkınca da apar topar işine son verdiğini anlat.

Ergenekon zanlılarına ulaşıp savunmalarını yapmakta üstüne yok.

Şu amiral Öğütçü’ye de ulaşsan ve ‘’Ne bu iş’’ diye sorsan.

Çocukları bombayla havaya uçurmaya çalışmakla itham edilen emekli generale savunma hakkını kullanma şansını versen.

Ya anlamıyorsun ya da anlamamakta ısrar ediyorsun.

Biz sana fikirlerinden dolayı karşı çıkmıyoruz.

Tekrar edeyim, darbecileri savunmak için canını dişine taktığın için karşı çıkıyoruz.

Karargahın sesi olarak, darbe müsveddesi olarak yayın yaptığın için karşı çıkıyoruz.

Olan biteni bütün çıplaklığıyla görmene rağmen, vicdanının sesini dinleyip gerçekleri halktan gizlediğin için karşı çıkıyoruz.

Kendi halkına karşı eylem planı yapan bir ordu olamaz.

Bu orduya sahip çıkan mevkuteye gazete, onu yapana gazeteci denemez.

Demokrat ise hiç denemez.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Bosch Ürünlerini Almıyoruz!!

Alttaki haber Bosch'un namaza bakışını ortaya koyuyor...

Bosch, fabrikadaki mescidi kapattı
... Şirket, reklamlarında da insana verilen değeri özellikle vurguluyor, ancak Bursa'da faaliyet gösteren dizel fabrikalarında bu güveni yerle bir edecek uygulama hayata geçirildi.

Çalışanların namaz kılması için oluşturulan 3 oda hiçbir gerekçe gösterilmeden kapatıldı. Yıllardır açık olan odaların kapılarına ise 'Mescitler kapatıldı. Yönetim' yazısı asıldı. Soyunma odalarında namaz kılanlar da amirleri aracılığıyla uyarıldı: "Tekrarı halinde işten atılırsınız." Yazıya rağmen fabrikada mescit bulunmadığını ileri süren firmanın açıklaması ise manidar: "Çalışma saatleri, mesai harici etkinliklere imkân vermemektedir."

Bosch'un Bursa'daki dizel fabrikası 1972 yılında faaliyete geçti. 4 blokta üretim yapan fabrikada soyunma dolaplarının yanında 3 oda kuruluşundan itibaren mescit olarak kullanılıyor. Fabrika işçileri yıllarca bu mekânlarda 'mesai ücretini ödeyerek' namazlarını kılmış. Çalışanların verdiği bilgiye göre namaz kılmak isteyenler yönetimin hazırladığı formu doldurarak her vakit için 15 dakika olmak üzere aylık 6 saat ücretlerinin kesilmesine rıza göstermiş. Bordrolara doğrudan yansıtılmasa da kesinti yapıldığı için birim amirleri kimsenin namaz kılmasına itiraz etmemiş.

28 Şubat postmodern darbe sürecinde bile namazlarını kılabilen işçilere baskılar yaklaşık 2 yıl önce başlamış. Yönetim önce çalışanların sakalını kestirmiş, karşı çıkanları çeşitli bahanelerle işten atmış. Sonra da cuma namazlarına gidişler engellenmiş.

İbadetlerini yerine getirme konusunda sıkıntı yaşayan çalışanlar, geçtiğimiz günlerde mescide indiklerinde büyük şok yaşadı. Üç binadaki odaların kapısına asılan 'Mescitler kapatıldı. Yönetim' uyarısını görenler ne yapacaklarını şaşırdı. Alternatif arayan bazı işçiler, soyunma dolaplarının yanına serdikleri ceketleri üzerinde namaz kılmaya başladı. Ancak yönetim bunu da yasakladı. Bölüm amirlerini e-posta ile uyaran yönetim, çalışanları işten çıkarma tehdidinde bulundu.

Bosch Sanayi ve Ticaret Ülke İletişim Koordinatörü Belin Alev, iddiaların gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Bursa fabrikalarında mescit bulunmadığını savunan Alev'in konuya ilişkin açıklaması şöyle: "Çalışanlara karşı adil ve eşit davranmayı ilke edinen Bosch'un dünyada üretim yaptığı hiçbir fabrikasında, ibadet için tahsis edilmiş özel bir alan yok. Bu uygulama Türkiye için de geçerli. Toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre çalışanlarımızın günlük 7,5 saat çalışma ve 20 dakika dinlenme süreleri belirlenmiştir. Belirlenmiş olan çalışma saatleri, mesai harici etkinliklere imkân vermemektedir."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=903163&title=bosch-fabrikadaki-mescidi-kapatti

Enis Öznük - 14 Ekim 2009


24 Mart 2009 Salı

Mümtaz'er Türköne - "Cahil halkın generalleri"

Artık gündemden hiç düşmeyen ses kayıtları, cihet-i askerîyeye bir tür şeffaflık getirdi.

"Askerler nasıl yaşıyor, ne yiyip ne içiyor ve neler düşünüyor?" sorusuna bu ses kayıtları ile samimî cevaplar geliyor. Nizamiyelerden karargâhlara girmek imkânsız. Komutanlardan siyasî ahvale dair beyanat almak da öyle. Ama söz konusu ses kayıtları olunca, çok mahrem muhabbetlere üçüncü bir kişi gibi kulak misafiri oluyorsunuz. Geride gizli-saklı pek bir şey kalmıyor. Eski genelkurmay başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı'nın, dün internet portallarına düşen ses kaydının generallerin zihin dünyasına kuvvetli bir ışık tutması gibi.

...

Tarihimiz halkın, geçtiği her sınavdan yüzünün akıyla çıktığını gösteriyor. Aynı sonuç generaller için geçerli mi? Generallerin ehliyeti ve liyakati konusunda giderek büyüyen bir endişe yok mu? 21. yüzyıl dünyasında darbe planları yapan bir general cehaletin hangi mertebesindedir? İki şeyi birbirinden ayıralım. Ordunun prestiji ve güvenilirliği devam ediyor; peki generallere güven ne durumda?

Ben Türk halkının, en az Fransızlar ve İsviçreliler kadar kendini yönetme ve doğru kararlar verme becerisine sahip olduğuna inanıyorum. Hatta haslet dendiğinde daha fedakâr ve sağduyulu olduğunu teslim etmek gerekir. Peki generaller? Fransa'daki veya İsviçre'deki generallerle karşılaştırıldığı zaman hangisinin entelektüel yetenekleri daha yüksektir? Meselâ Fransa'da darbe planlayacak kadar cahil bir general bulmak mümkün müdür?

23 Mart 2009 Pazartesi

Ersin Tokgöz - Askerlikten soğudum... Emin ağayı yakalayın!

...

Emin Ağa, çürük raporu ile ortalıkta salınır ve çürük raporunun etrafındaki şaibeler GATA’da generalin kapıda karşılaması ile taltif edilirken, komutana ulaşamayacak kadar sıradan, askerliğe sıcak halk bu görüntüler karşısında soğumaya mı daha yakın ısınmaya mı?

...

Emin ağa daha konforlu bir düzey tutturmuş olabilir, yedeğine aldığı vatanseverlikle zırhlanmış da. Hukuksal sıkıntıdan vareste bir konumu ve bilgisi manevra alanını genişletip soruşturmalık olmayabilir ama fotoğrafın bütünü... Farklı olarak ne diyor?

Evet, bu sefer ‘Bunlar halkı askerlikten soğutuyor’ diyenlerin silahının yönünü değiştiriyor, namluyu çeviriyorum. Suçluyorum. Gammazlıyorum...

Sayın savcılar... YARSAV Başkanı Eminağaoğlu vicdani ret hakkını savundu ve ona kulak veren ben askerlikten acayip soğudum. Bu konuda ne kadar atak olduğunuzu biliyorum.

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=927455&Yazar=ERSİN%20TOKGÖZ&Date=23.03.2009&CategoryID=96

15 Mart 2009 Pazar

Gülay Göktürk - Bülent Arınç'ın Üslubu

...

Nedir bu üslubun özelliği?

İlkelilik dobralık ve netlik... Arınç nabza göre şerbet vermeyi reddediyor; lafını eveleyip gevelemeden cesurca söylüyor ve kendini haklı gördüğü sürece geri adım atmıyor.

Türkiye'deki vesayet rejiminin temsilcilerinin ona karşı duydukları nefreti anlamak çok kolay. Çünkü o müdanaasız... Hiçbir çıkar beklentisi, koltuk hırsı olmaksızın siyaset yapıyor ve bu yüzden de kontrol edilemez bir insan. İktidar sahipleri kontrol edemeyecekleri insanlardan hep korkarlar ve nefret ederler. Doğru bildiğini eğmeden, bükmeden dosdoğru ortaya koyuşu, politikacıları karşılıklı çıkar ilişkileri temelinde rehin almaya alışmış çevreleri çaresiz bırakıyor. Ona karşı duydukları nefret bu çaresizlikten...

Bu üslüp nasıl bir siyasi çizgiye eşlik ediyor diye baktığımızda, Bülent Arınç'ın başından beri AK Parti Hareketi'nin çıkış ilkelerine sadık kalınmasında ciddi katkıları olduğunu görüyoruz. Arınç, partinin sivil-asker bürokrasi tarafından "kuşatılmaya" ya da "teslim alınmaya" çalışıldığı her kritik dönemde parti içinde sivil ve demokratik perspektife sahip çıkan kişi olarak karşımıza çıkıyor. Meclis Başkanlığı seçimlerinde Vecdi Gönül karşısında aday olması böyle kritik bir andır. Bir diğeri ise, cumhurbaşkanı seçimi sürecidir.

Bu süreçte AK Parti içinde ortaya çıkan "askeri bürokrasinin kabul edebileceği bir aday çıkarma" eğilimi karşısında direnen ve Gül'ün adaylığının gerçekleşmesi için "kendini ortaya koyan" kişi yine Arınç'tır. Özetle, Arınç'ın dobra ve net üslubu hep ilkeli bir siyasi çizginin hizmetinde olmuş ve bu siyasi çizgi birçok kere AK Parti içinde ortaya çıkan askeri vesayet rejimiyle uzlaşma teşebbüslerinin karşısına dikilmiştir.

Bütün bunlar aslında vesayetçi rejim savunucularının ona karşı duydukları düşmanlığı da açıklıyor ve meselenin sadece bir üslup meselesi olmadığını koyuyor ortaya. O yüzden bence demokratik kamuoyunun da Arınç'ın yürüttüğü bu misyonu kavraması, karşı cenahtan yükselen nefretin etkisi altında kalarak onu günah keçisi yapmak ya da "üslüp eleştirileri"yle kendini o çizgiden ayırmaya çalışmak yerine ona sahip çıkması gerekir.
Siyasetteki herkesin onun gibi olmasını bekleyemeyiz ama, hiç değilse arada bir çıkan böyle insanların da kıymetini bilmek lazım.


...

Gelelim Genelkurmay'ın son açıklamasına...

Doğrusu artık her şeyin ayyuka çıktığı, kazılan her çukurdan ordu malı silahların, Botaş'taki ölüm kuyularından "faili meçhul" kol bacak kemiklerinin fışkırdığı bir zamanda, ben ordumuzun yöneticilerinin böyle üst perdeden açıklamalar yapmak yerine, biraz olsun mahcubiyet içinde olmasını ve bunu bize belli etmesini beklerdim.

...

Hani özeleştiri filan beklemek hayal olur da, hiç değilse "gözünün üstünde kaşın var" diyeni azarlama huylarından artık vazgeçseler iyi olacak.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/62760-bulent-arinc-in-uslubu-gulay-gokturk-makalesi.aspx

1 Mart 2009 Pazar

MUSTAFA ÜNAL - Karadayı: 'Mesut Yılmaz kaypak'

...

Karadayı'nın Yılmaz'la ilgili söyledikleri ibretlik... Yılmaz'a 'Altın tepsi içinde iktidar teslim ediyoruz' derken doğru söylüyor. Yılmaz'ın başbakanlığı halk iradesinin bir sonucu değildi çünkü, sandıktan çıkmadı. Bir ikramdı. Aslında Mesut Yılmaz kendisini başbakanlık koltuğuna oturtanlara karşılığını fazlasıyla verdi. 'Siyasi hayatıma da mal olsa' dedi ve bir dizi yasayı Meclis'ten geçirdi. Meğer Karadayı daha fazlasını istemiş, Siyasi Partiler Kanunu'ndan Seçim Kanunu'na kadar... Milletvekilliği dokunulmazlığı da talepler arasındaymış.

Karadayı '7-8 tane şey söyledim, hepsini sırıtarak dinledi. Mesut Yılmaz da kaypak' diyor. Nasıl dinleyecekti ki... Acaba ayakta hazırol vaziyetinde mi dinlemesini bekliyordu? Gerçi muhalifleri tarafından kendisine 'Onbaşı Mesut' dendi ama o kadar da değil. Belki de her talebine 'Emredersin komutanım' diye cevap vereceğini umuyordu. 28 Şubat müdahalesine vücut veren Karadayı gibi paşalar Mesut Yılmaz'dan memnun kalmadılarsa demokrasi adına korkmak lazım. Bir daha Yılmaz gibisini bulma şansları yok çünkü.

...

Mesut Yılmaz da olmadıysa siyasete yön vermek isteyen askerlerin aradığı siyasetçi profili nasıl biridir? Bu topraklarda örneği var mıdır? Karadayı açıklasa da öğrensek...

Mustafa Ünal - 01 Mart 2009, Pazar
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=820343&title=karadayi-mesut-yilmaz-kaypak

12 Ocak 2009 Pazartesi

İlk Cemre - Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa

Toptan Sarılalım Yüce Kur'ana
Çünkü Rahmet İnmez Ayrı Durana

Mü'minler İslam'a Karşı Durana
Biraz Öfkelenip Kafayı Taksa
Esir mi Olurdu Mescid-i Aksa

İslam Toprakları Oldu Kan Gölü
Akan Bütün Kanlar Hak İçin Aksa
Esir mi Olurdu Mescid-i Aksa

Bulunmaz mı Çare Nedir Bu İllet
Böyle Hayat Sürmek Ne Büyük Zillet

Müslümanım Diyen Bu Kadar Millet
İslam Gözü İle Kendine Baksa
Esir mi Olurdu Mescid-i Aksa

(Söy. Aykut Kuşkaya)

8 Ocak 2009 Perşembe

Eski Tüfek Sağcılar Acınacak Halde - Emre Aköz

...

Hayatının büyük bölümü Demirel'in yamacında siyaset yapmakla geçen Hüsamettin Cindoruk'un son dönem demeçlerine bakarsanız, onun da aynı yolu izlediğini görürsünüz.

Mesela dün, " Siz orgeneralinden, YÖK Başkanı'na kadar her muhalif düşünceyi gözaltına alırsanız hukukun otoritesi kalır mı? " diyordu ekranda.

Ergenekon davasına dahil edilenlerin, ' muhaliflikle' bir alakası bulunmadığını, amaçlarının Silahlı Kuvvetler'i darbeye kışkırtmak olduğunu Cindoruk bilmez mi? Bilir!

Ya bu kişilerin, " Hükümete muhalefet ediyoruz " kisvesi altında, kendisinin de Başkanlığını yaptığı Meclis'i kapamaya, demokrasiye son vermeye çalıştıklarını Cindoruk bilmez mi? Onu da bilir, hem de bal gibi bilir.

Peki, niye böyle yapar?

Çünkü halkla bağı kesilmiş, seçmene söyleyecek lafı kalmamış bir siyasetçinin Türkiye'de iki seçeneği vardır:

1) Evine çekilmek.
2) Darbe heveslilerine takılmak.

Bazı eski sağcıların ikinci şıkkı seçmeleri hakikaten acıklı bir durum.

...

Emre Aköz - 08.01.2009 - Sabah
http://www.haber7.com/haber/20090108/Eski-tufek-sagcilar-acinacak-halde.php

6 Ocak 2009 Salı

Gazze ve Halksız Yönetimler - Ahmet Taşgetiren

Gazze dramında şöyle bir soru öne çıktı:

Arap yönetimleri nerede? Daha vahim soru ise şöyle:


-Mısır, İsrail cephesinde mi savaşıyor?

...

Böyle durumda insanların "Siz Müslüman mısınız?", "Siz Arap mısınız?" hatta "Siz İnsan mısınız?" diye sormaları haksız olabilir mi? Vahşet karşısında sessizliğin, hatta ona onay vermenin gerekçesi şu olası imiş:

İsrail Hamas'ı bitirsin, onun diğer Arap ülkelerindeki uzantıları da ümidini kaybetsin. Buna göre İsrail, diyelim, Mısır'daki muhaliflerin tasfiyesi misyonunu da ifa ediyor.

Yani Filistin'de Hamas tasfiye edilirse, onun içinden doğduğu İhvan-ı Müslimin'in Mısır'daki ana gövdesine de darbe vurulmuş, böylece Mübarek yönetimi rahatlamış, Filistin'de de el Fetih'in önü açılmış olur. Hesap bu mu? Ne kadar kötü bir hesap bu. Ve bu hesap ne kadar aldatıcı. Filistin'in bebeklerini İsrail canavarlarına kurban veren bir "İslam ülkesi yönetimi" ne kadar meşru olur?

İktidarını ne kadar koruyabilir. Mısır halkının yüreğindeki öfke, Mübarek'in iktidarda kalmasına daha ne kadar müsaade edebilir? Filistin'deki acıyı Japonya'daki bir duyarlı insan kadar bile hissedemeyen bir yönetim, İslam ülkesinde ayakta kalabilir mi?

...

Ahmet Taşgetiren - 06.01.2009
http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=50130

Askeri işbirliği askıya alınsın! - Erhan Başyurt

...

1967'den bu yana işgal altındaki topraklardan İsrail'i, ne Birleşmiş Milletler ne İslam Konferansı Teşkilatı ne de Arap Birliği çıkartabildi.

41 yıl sonra da değişen bir şey yok.

ABD, BM'nin askeri yaptırım içeren 7'nci maddeye dayalı karar almasını engelliyor.

İslam ülkeleri ve Araplar bölünmüş durumda.

Filistin'e komşu Arap ülkelerinin hiçbiri toplumsal tabanı olan hükümetler tarafından idare edilmiyor.

Mesela, Gazze ile Refah sınır kapısını açmayan Mısır, İsrail ile barış karşılığında 1982'den bu yana her yıl ABD'den ortalama 2 milyar dolar destek alıyor.

Yine Hamas, Müslüman Kardeşler örgütü ile yakın bir fikri yelpazeye sahip.

Mısır yönetimi ise, Müslüman Kardeşler örgütünün yeryüzüne çıkmasına izin vermiyor.

Sonuçta, Hamas'a destek vermeyerek, kendi "Hamas"ını da zayıflatmaya çalışıyor.

Herkesin hesabı başka...

...

Bütün dünya seyrediyor. İsrail "bitirdim" diyene kadar da seyredecek.

Türkiye'nin barış girişimlerini ise, Tel Aviv reddediyor.

O halde, bu insanlık suçuna ortak olmamak için diplomatik tepki koymaktan öte ne yapabiliriz?

Önerim, İsrail ile imzalanan 'Askeri İşbirliği Anlaşması'nı İsrail, Gazze'den çekilip, katliamlara son verene kadar askıya almak.

...

Erhan Başyurt - 06.01.2009
http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=50148

4 Ocak 2009 Pazar

Beyazlatılmış altın alyans helal mi, haram mı konusu

Gümüş alyansların çabuk kararması nedeniyle tercih edilen 14 ayar beyazlatılmış altın alyansları takmanın helal mi yoksa haram mı olduğu konusunda diyanet işleri başkanlığı'nın web sitesinden bir açıklama..

...

e) Altın Yüzük

Yukarıda anılan ilgili hadislerden hareketle bilginlerin çoğunluğu altın yüzük kullanmanın erkeklere haram olduğunu söylemişlerdir. Bununla birlikte sayıları az da olsa, erkeklerin altın yüzük kullanmasının mubah olduğu görüşünde olan âlimler de vardır. Bunlar hadislerde ge-çen yasağı belli illet ve gayeye bağlamakta, ayrıca bazı sahâbîlerin altın yüzük kullandığına ve buna Hz. Peygamber’in de izin verdiği görüşünde olduklarına ilişkin rivayetleri de (bk. Nesâî, “Zînet”, 46) kullanmaktadırlar.

Gerek hadislerde gerekse âlimlerin sözlerinde geçen yüzük (hâtem) kelimesi daha ziyade kaşlı ve biraz da kabaca olan bir yüzüğü anlatmaktadır. Bu itibarla, günümüzde nişan yüzüğü olarak adlandırılan halkanın takılmasının hükmünü de ayrıca belirtmek gerekir. Bu hususta merhum Kâmil Miras’ın izahlarını kısaltarak buraya almakta yarar vardır: “Yüzüğün yapılış ve kullanış tarzında örfün büyük etkisi vardır. Eski zamanlarda kullanılan kaba yüzükler gitgide zarifleşmiş ve bugün artık, nişan halkaları istisna edilirse, erkekler yüzük takmayı neredeyse terketmişler ve hatta yüzük takmak ayıp sayılır olmuştur. Bu itibarla şu sebep ve delillere dayanarak altın nişan halkası kullanmak mubah sayılabilir; a) Bir kere, altın yüzük kullanma çoğunluk tarafından haram görülse bile bunun mubah olduğunu söyleyenler de vardır. b) İmam Muhammed övünme ve böbürlenme kastı olmaksızın altın ve gümüş kapları süs eşyası olarak kullanmanın câiz olduğunu ve bunun nimeti gösterme anlamına geleceğini söylemiştir. Nişan yüzüğü de övünmek için değil, teberrüken ve hatıra olarak takıldığına göre aynı şekilde mubah olması gerekir. c) Âlimler, erkeklerin esas itibarıyla gümüş yüzük kullanmalarının bile, bir zaruret ve bir lüzum üzerine mubah olduğunu, bunun dışında kullanılmasının anlamsız olduğunu söylemişlerdir. Nişan yüzüğü kullanımında da örften kaynaklanan bir zaruret bulunduğu açıktır. d) Altının kullanılmasının haramlık sebebi, israf ve övünme vesilesi yapılmasıdır. Halbuki günümüzde bir halkanın ekonomik değeri israf sayılacak bir durumda değildir” (Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV, 288-289).

Kâmil Miras’ın hareket noktası ve sonuçlaması yerinde olmakla birlikte bir hususa daha işaret edilebilir. O da, eğer müslümanlar, nişan halkası olarak altını değil de yaygın olarak gümüşü tercih etmeye başlamışlarsa, yani artık bu durum örfleşmişse, bu teâmüle uymak daha doğru kabul edilebilir. Ancak, yine de altın nişan halkası takanlar varsa bunlara haram işleyenler ya da bile bile hadise aykırı davrananlar gözüyle bakılmaması herhalde daha doğru olur. Öte yandan altın ve ipeğin âlem (nişan ve rozet) olarak kullanılmasının başta Hanefîler olmak üzere bir kısım fakihlerce câiz görüldüğünü de burada hatırlamak gerekir.

http://sorusor.diyanet.gov.tr/fmi/xsl/fetva/y_dokumcevap.xsl?-db=FetvaVT&-lay=wfkweb&-recid=929&-find=

3 Ocak 2009 Cumartesi

Türkiye - İsrail - Saadetliler, 28 Şubat... - Nuh Gönültaş


...

Avukatının Hoca hakkında yaptığı açıklamada verdiği bilgiler doğru: "İsrail ile yapılan anlaşmalar Refahyol diye adlandırılan 54 . Hükümet'ten önce General Çevik Bir tarafından yapıldı."

Bu cümle doğru da, böyle bir cümle yazılırken göz ardı edilen bir gerçek var. Çevik Bir kendi başına bir başka ülke ile bir anlaşmaya imza atabilir mi?

Atamaz, çünkü uluslararası anlaşmalar hükümetler tarafından yapılır, TBMM tarafından onaylanır, ya da onaylanmaz.

Çevik Bir ve takımı o sıralar hükümetlerden bağımsız olarak birçok anlaşma imzaladılar. Bunların önemli bölümü İsrail ile yapılan anlaşmalardır. Bu anlaşmalarda siyasi otoriteye sorulduğunu bile sanmıyorum. O dönem böyle bir dönemdi işte.

"Türkiye ile İsrail arasında "Askeri Eğitim İşbirliği anlaşması" 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanmıştır.

...

Şimdi birkaç söz de AK Parti hükümetine söylemek lazım:

Madem İsrail saldırılarını kınıyorsunuz, uluslararası inisiyatif almak için Başbakan Ortadoğu gezisine çıkıyor. Niçin İsrail ile yapılan stratejik işbirliği anlaşmasını yeniden gözden geçirmiyor, Konya'da İsrail uçaklarının uçmasına hâlâ izin veriyorsunuz?

...

Nuh Gönültaş - 03.01.2009
http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=49882